
Tarihe "Tromso faciası" olarak geçen ve Tromsonun GS'ı elediği eşleşme futbolun kağıt üstünde kazanılmadığının, takımlar arası eskisi kadar farkın kalmadığının, kolay maç olmadığının göstergesiydi adeta..Oynanılmamış hiçbir maç kazanılmış değildir..Her ne kadar böyle felaketler büyük bir takımın başına 50 yılda bir olur gibi gelse de her bu tip eşleşmede Tromsoyu anmadan geçemiyoruz..
Tromso akıllara yine Tobol kurasından sonra geldi..Birçok kimsede acaba hissi uyandırdı..Tobolun ilk maçta kaleye ilk geldigi akının da gol olması bu soru işaretlerini Samiyendeki rövanş maçının belli suresine kadar belirgin tuttu..Neyse ki bu sefer fiyasko olmadı..

Sami Yen'deki maca gelince, takımın daha önceki yazılarımda yazdığım gibi zamana ihtiyacı olduğu gerçeğini bir kez daha bu kez stadyumdan görmüş olduk..Takımın ağızlara sakız olmuş sisteme adaptasyon sürecinin yanında büyük bir kondisyon yuklemesine tabi tutulduğu cok açık görüldü..Baros gibi çabuk oyuncular bile ağır durumda daha..Geçen sene maksimum 60 dakikalık kondisyonumuz olduğu düşünüldüğünde bu gerçekten iyi bir gelişme..

Meşhur 4-3-3 sistemi hakkında ise konuşmanın daha çok erken oldugu kanısındayım..Çünkü daha Keita, Kewell, Linderoth, Topal gibi kilit isimler katılmadı bu duzene...Hangi sistemle oynarsanız oynayın iyi futbolun ve başarılı sonuçların ancak iyi futbolcularla olacağı kanısında olduğum icin sistemi bir de biraz zaman geçtikten sonra bu önemli oyuncularla görmek lazım..
Takımın şu anda en büyük problemi cok ağır oynaması..Bu da herhalde Rijkaardın top ayakta kalması felsefesiyle paralel olarak futbolcuların garantici pasları seçmesinden kaynaklanmakta..Yine de orta sahaya Deco gibi oyunu yönlendiren bir transfere ihtiyaç olduğu gerçeği zamandan bagımsız bence, tabi sorunu Arda gibi kendi içimizden çözmediğimiz sürece..

Arda organizatörlük, liderlik, oyun kurucu gorevlerini de başarıyla yürütecek gibi gözüktü..Önceki maçlara gore yerine daha bir alışmış durdu..10'un da takımdaki yavaş oynama hastalığında olduğu açıktı..Kaptanlık ve #10 numaranın yakıştığına bir kez daha şahit olduğumuz Arda Turan, Iniesta rolu gibi rahatlıkla oynayabilir gibi duruyor. Iniestayı izleyenler bilir; sık sık driblingler, sıfıra inmeler, hücum bölgesinde görünmelerle sistemde kilit isimlerden biri konumunda...
Tribünler GS'ı özlemişti ve saatler öncesinden stat çevresindeki heyecan, hasret kendini belli ediyordu..uA'nın eski açığa geçmesi kapalıdan birşey kaybettirmedigi gibi son yılların gözde tribünü eski acığı lider tribün yaptırmış..Taraftarın üzerine duşeni fazlasıyla yaptığı maçta, pankartlar, forma giyme hassasiyeti guzel görüntülerin oluşmasına yol açtı..
Bu resimdeki pankart da çok anlamlı ve güzeldi:
"METİN'İN İZİNDE ARDA'NIN PEŞİNDE"..
Yazıyı noktalamadan Serdar Eylik hakkında bir parantez açmazsam haksızlık emiş olurum kendisine..Hani üst paragrafta sisteminiz ne olursa olsun iyi futbol iyi oyuncularla oynanır demiştim ya, işte Serdar da böye fark yaratan bir oyuncu..Bizlere potansiyelinin ne kadar yüksek oyuncu oldugunu gösterdi..Sanki sahada 3 sene onceki Boleslavı 5-2 yendiğimiz maçla çıkış yapan ve formayı o mactan beri bırakmayan Arda idi Serdar..Tarzı, driblingi, adam geçmesi Ardaya gerçekten benziyor..Biraz fiziksel gelişim gösterir ve çalışmayı sürdürürse yeni Arda'ların gelebileceği umudunu yesertti bizlere..Geçmiş olsun Aslan parçası, çabuk iyileş; seni izlemek keyif verecek gibi..