28 Eylül 2009 Pazartesi

İlk Puan kaybı..

Ve GS ilk puan kaybını yaşadı. Eskişehirspor’a karşı alınan bir beraberlikte bu kadar eleştirilerin gelmesi üzerine bu konuya değinmemek olmazdı. Ne oldu da bu kadar herkes birden yüklenmeye başladı bu takıma gerçekten anlamak mümkün değil. 7 lig maçında sadece 1 beraberlik alıp, 14 resmi maçta yenilgi yüzü görmemiş takıma bu eleştiriler fazla değil mi? Futbolda tabela elbette önemlidir ve ben bu savunmamı takımın yenilgisiz olması üzerine kurmuyorum. Futbol, iyi oynayın kötü oynayın her türlü sonuca açıktır. Zaten güzelliği de burda değil mi? Nasıl GS - Es-Es maçında futbol şansı GS’ın yanında değil ise Panathinaikos maçında ise yanındaydı.


Galatasaray sene başından beri Türkiye’de ve Avrupa’da fırtına gibi eserken herkeste sene sonunda gol rekoru kıracağı izlenimi edindirdi. Bu anlamda beklentiler o kadar yükseldi ki tek farklı galibiyetler dahi kimseyi tatmin etmemeye başladı. Her maç rakip kim olursa olsun 3-4 sallamalıydı bu takım. Nasıl olsa karsılarındaki takımlar teslimdi direk!..

Medyanın da çanak tutmasıyla oluştu aslında bu büyük beklentiler, zaman geçtikçe de katlandıkça katlandı. Aslında futbolu bilenler için GS’ın herhangi bir takıma da gayet tabi yenilebileceği gerçeği gün gibi gözüküyordu. Bu zamana kadar hangi takım her maçını kazanmış, hangi takım her maç iyi oynamış ya da hangi oyuncu her maç formunun zirvesinde olmuş? İşin kötü tarafı bunu düşünmeyen taraftarın hiç de azımsanmayacak kadar çok olmasıdır. En ufak hatalarda yine Sabri gibi oyunculara homurdanmalar başladı bile.


Oysa bu sene herkes ayrı motive olmuş durumda. Taraftar son yıllarda hic olmadığı kadar her maç Sami Yen’i maç ayırt etmeden tıpkı 80-90lı yıllar gibi salkım saçak dolduruyor. Tribünler her maçta Liverpool’a karşı oynuyormuş gibi ateşli ve heyecan herkesin gözlerin okunmakta. Üstelik GS son yıllarda inişli çıkışlı görüntüler gösterse de “14 senelik” çileli günlerden oldukça uzakta durumda. 87 yılında gelen şampiyonlukta bile daha sabırlıydı herkes!..

Şunu söylemek gerekiyor ki GS henüz 90 dakikaya yayamasa da iyi top oynuyor. Eskişehir maçında ise maçı izleyen biri bu maç nasıl berabere bitti diye şaşırır heralde. Bir tarafta neredeyse tek akınında şansın yardımıyla golü bulan bir ekip, diğer tarafta ise hep oyunu rakip alana yıkmaya çalışan, kapalı savunmaya karşı bir kısmı karamboller olmak üzere azımsanmayacak kadar pozisyona giren ve son bölüm hariç ısrarla ayağa pas oynamaya çalışan bir takım vardı.

Takım içinde elbette bir sürü aksaklık da var. Herşey güllük gülistanlık değil. Kewel’in formsuzluğu, Topal-Sarp uyumsuzluğu, beklerdeki sıkıntılar devam etmekte. Ama bunları gelip geçici sıkıntılar olara görmek lazım. Kendi kimliğinden, oyun felsefenden taviz vermeden aynı kararlılıkla devam edersek, o çerceden içeri girmeyen toplar her zaman olmamakla birlikte çoğunlukla girer. Aklı selim taraftarlar ise bu sene olası kaçabilecek şampiyonlukta dahi gelecekteki takımın altyapısını oluşturan bu takımın arkasında duracaktır.

GS Alpaslan Dikmen'i ölümünün birinci yılında anarak son yıllarda vefasızlıgın unutuldugu gunumuzde herkese duygu yüklü anlar yaşatmıştır. Yüzlerce pankart, Alpaslan atkıları, tişörtleriyle herkes merhumu rahmetle ve sevgiyle andı. Arkasında bu kadar seven bırakmak güzel birşey. Mekanı cennet olsun..

23 Eylül 2009 Çarşamba

Mustafa Sarp’a Sarmadı

Galatasaray, tarihinin en iyi lig başlangıcını yaptı. Henüz güçlü (!) bir rakiple karşılaşmamış olsa da oynadığı 13 resmi maçtan 11 galibiyet, 2 beraberlikle ayrıldı ve rakip filelere tam 42 gol atmayı başardı. Böylesi bir başlangıçta ise ilerde oynayan “mahşerin dört atlısı” hücum hattının payı ne kadar var ise onların daha rahat oynamasını sağlayan Mustafa Sarp’ın da katkısı o kadar vardır.

Herkes Sarp'ın Galatsaray’a geldiğinde sonunun, tıpkı Kayserisporlu Ragıp veya bir dönem Malatyaspor’da top koşturan Arnavut Duro gibi yani takıma yeni katılmalarına rağmen hazırlık kampının akabinde takımdan gönderilmeleri örneklerine benzeyeceğini düşünüyordu. Yani geldiği gibi gidecekti Mustafa!.. En iyi ihtimalle arada bir 18’e girer de formayı en azından sırtına geçirir gözüyle bakıldı kendisine.

Hazırlık maçlarında üzerinde ilk defa büyük bir takımda olmanın verdiği çekingenlik ve ürkeklik de yok değildi. İki hazırlık maçı performansından sonra herkesin önyargıları açığa çıktı ve ne işi var bu takımda dendi!.. Sürekli yan pas yapması ve çok geriye dönmesi yıllardır hayalini kurduğu bu çok sevdiği formayı kaybetmeme korkusuydu belki de.

Herkes Mustafanın mücadeleci bir futbol yapısında olduğunu biliyordu. Ama bu kadarını da beklemiyorduk doğrusu. Sen hiç yorulmaz mısın diye sormaya başladık kendi kendimize. Üzerindeki baskıyı atlatınca her maç üzerine koymaya devam etti ve Rijkaard’ın da etkisiyle kendini geliştirdi. Topu dikine oynamaya başladı ve her maç gol şansının olabileceğini bizlere gösterdi. Öve öve bitirelemeyen ve her mac en az bir şut deneyen M.Topalın bugune kadar attıgından daha fazlasını 12 macta attı bile M.Sarp.

Herkesin dikkatini çeken bir diğer özelliği ise Türkçe’yi inanılmaz güzel kullanması. Futbolcularda bu kadar iyi bir Türkçeye alışık değildik doğrusu. Mustafa Kasım ayında 29’unu dolduracak. Öğrenmenin, kendini geliştirmenin yaşı olmadığını bizlere gösterdi Mustafa. Bu hızla giderse onu, ne iyileşebilirse (!) Linderoth ne de yıldız oldum havasına girmiş M.Topal kesebilir. Tribunlerden de ona yükselen tezahuratlar da boşuna çıkmadı. Bu takıma daha erken yaşta gelebilsen daha iyiydi tabi ama hiçbirşey için geç kalınmış değildir, böyle çalışmaya, kendini geliştirmeye devam et Mustafa.