26 Eylül 2010 Pazar

Elano Fiyaskosu

Elano, Galatasaray’a büyük beklentilerle gelen yıldızlar içinde en büyük hayal kırıklık yaratanı oldu. Geldiği gün hepimiz işte aradığımız kan buydu, box-to-box dediğimiz oyunu çift yönlü oynayabilen; milimetrik, adrese teslim paslar atan; mesafe tanımaksızın şutlar atan bir oyuncu olarak lanse edildi bizlere. Biz de Manchester şehrinin diğer takımı olan City’den bu şekilde biliyorduk kendisini. Brezilya milli takımında da boy gösteren yıldız futbolcu, Hagi’den beri kanayan yaramız olan duran toplara da ilaç olacaktı.

Taraftarın Hagi’den sonra (Kewell’a kadar) en çok ilgi gösterdiği ve sevdiği olan oyuncu, Lincoln’ün yerine gelmişti aslında. Bizler Lincoln’ü disiplinsiz, şımarık diye çok eleştirdik. Hatta ahlaksız, karaktersiz bile yaptık. Elano ise tam tersiydi; takım oyuncusu, mücadele eden yaratıcı oyuncuydu. Yarı Alman kanı olduğu için disiplin de mevcuttu.

Sonuçta tüm bunları kenara yazınca, kağıt üstünde herşey mükemmel gibi duruyordu. Üstelik 7,5 m € gibi bu kalitedeki bir oyuncu için düşük sayılabilecek bir meblağa zamanının sihirbaz yöneticisi, içimizden biri Haldun Üstünel tarafından getirilmişti.

Fakat futbol asla sadece futbol değildir sözü burada başlıyor. Nasıl kadrona menejerlik oyunu gibi yıldızları toplasan bile başarı garantisi yoksa; bir yıldızı takıma dahil ettiğinizde onun tutacağı, takıma uyum sağlayacağının da garantisi yok. Ciddi anlamda para yatırılıp yapılan yıldız transferlerinin riski işte budur.

Elano da G.Saray’ın kimyasına kesinlikle uymadı. Brezilya Milli takımında 2010 dünya kupasında boy gösterebilmek için kendini riske atmadı, yani sakatlanmayayım diye mücadeleden kaçtı. Kaçak oynadı, sorumluluk almadı. Takımda en çok kazanan Arda ve Baroş’tan 1m € fazla kazandı ama Lincoln’ün 3 maçta yaptığı asisti 1 sene boyunca yapamadı. İkili ön liberolara koyuldu, burada harcanıyor dendi. Forvet arkası denendi ceza sahasına girmeden, şut çekmeden maç tamamladı. Brezilya’da oynadığı sağ açıkta denendi takımın sağ kanadı kırıldı. Hiçbir şekilde hiçbir mevkide Cimbom’a katkı sağlayamadı.

Elano’nun 2009-2010 sezonunda kartondan yıldız olduğu ortaya çıkmışken ve herşeyden önemlisi Galatasaray ile kanı uyuşmadığı apaçık ortadayken bir yöneticilik rezaletiyle elde kaldı. Büyük bir açgözlülükle 15 m € gibi bir bedelle kapıyı açmaya çalışırsanız alıcı bulamazsınız. Elano’yu en azından aldığımız fiyata satma imkanımız varken bunu bile beceremeyen bir yönetime sahibiz. F.Bahçe de aynı hatayı yaptı, 2 yıl boyunca Guiza’ya katlandı ve 14 m €’ya aldığı için bu fiyattan satmaya çalıştı. Halbuki bu işler futbolda böyle yürümeyebiliyor. Bu bence sarı lacivertlilerin en az 1 şampiyonluğuna mal olmuştur.

Sonuçta bu tür takıma uyum sağlayamayan yıldızların tabiri caizse “üçe beşe” bakmadan satılması gerekmektedir. Bunun en güzel örneğini İtalyan devi Juventus göstermiştir. Geçtiğimiz sezon büyük umutlarla kadrosuna kattığı Diego’yu daha 1 sene geçmesine rağmen aldığından 10 m € düşük bedelle satmıştır. Çünkü biliyorlar ki Diego bu takıma asla uyum sağlayamacaktır ve satmadığımız her dakika zararımız daha çok büyüyecektir. Bir diğer canlı örnek de Zlatan Ibrahimovic tabi ki. Umarız takımlarımız bunlardan ders çıkarır ve aynı hataları tekrarlayıp; hem saha içinde hüsrana uğramazlar hem de saha dışında zarar etmek zorunda kalmazlar..

21 Eylül 2010 Salı

Futbol Kasapları-2


Bu da 2010 Dünya kupası finalinden bir kasaplık örneği:Önceki turnuvalarda finallere gelmese bile bize total futboldan hep güzel örnekler veren, hücum futbolundan asla taviz vermeyen, sürekli göze hoş gelen futbol oynamaya çalışan Hollanda'nın kimlik değiştirip kasaplar ordusuna büründüğü İspanya maçı. İlk yarı bile en fazla 9 kişi kalması gereken portakallar, hakemin de yardımıyla maçı uzun süre sertlikle tuttular. İşte o maçtan bir pozisyondan kareler; bu anı unutmak mümkün mü?..





De Jong'un Xavi Alonso'ya yaptığı müdahalenin futbolla uzaktan yakından alakası var mı?..Futbol sahalarında görmek istemediğimiz hareketlerin ta kendisi bunlar...Dileriz bu zihniyetteki oyuncular sahalardan da hafızalardan da silinir..

20 Eylül 2010 Pazartesi

Futbol Kasapları



Hayatın içinde nasıl iyilikler ve kötülükler varsa futbolda da bu böyledir. Messi, Iniesta gibi futbolu güzelleştirenler olduğu gibi; futbol kasapları diye nitelendirdiğimiz art niyetli, oyunu çirkinleştiren futbolcular da vardır. İşte en yakın zamanın örneği Atletico Madrid - Barcelona maçında yaşandı. Ujfalusi maçın uzatma dakikalarında insanlık dışı bir hareketle Messi'nin ayağını bacağından ayırmaya çalıştı...Sonrasında mı ne oldu? Ayağı tipik bir kırık sonrası davul gibi şişen Messi, en az 2 hafta sahalardan uzak kalma durumuna sevinmek zorunda kaldı!..Ayağının kırılmadığı için şanslı günümüzün "Maradona"sı.


Dileriz futbolda bu tür kasap havasındaki oyuncular yok olur ve sadece herkes sadece futbol oynamayı düşünür; rakibi sakatlamayı değil..Biz de böylece Messi gibi bizi ekranlara kitleyen oyuncuların sakatlanmaması için dua etmek zorunda kalmayız...

19 Eylül 2010 Pazar

Sıradaki bahane ne?

Galatasaray'ın 2010 yılının başından beri yani yaklaşık 9 aydır oynadığı inanılmaz kötü futbol Bucaspor maçında da sürdü. Her geçen maç küçük takım hüviyetine bürünen futbolunun bahanesi olarak da bu hafta da İzmir Atatürk Stadı'nın patates tarlasını andıran zemini öne sürüldü.

Geçen sezon sakatlar çoktu, bu sene de aynı şanssızlık (!) yaşandı önceleri. Takım bir türlü bir arada tam kadro çalışamamıştı. Bir de üstüne üstlük transferin son ana bırakılmasıyla da yeniler daha takıma yeni girmişti. Top da içeri girmiyordu, şanssızlık vardı yani. Koskoca G.Saray başkanı bu kötü futbolun mazareti olarak şanssızlığı görüyordu. Yani hep mazaret vardı sarı kırmızılıların önünde.

Normal şartlarda gerçekten öne sürülecek mazaret kadar kötü bir zemin vardı Cimbom'un karşısında. 3 puandan çok, sakat verilmemesi bizleri sevindirdi. G.Saray bundan önceki dönemde bazı maclarda hic olmazsa belli donemlerde iyi futbola dair ısık vermis olsaydı; bu bahanelerde gerçeklik payı olacaktı..Ama şimdi siz her maç kötü futbol oynar, topu rakip sahaya taşımakta zorluk çeker, her maç en çok topla oynayan oyuncunuz defans elemanları oluyor, rakip üzerine baskı kuramıyor; kısacası büyük takım gibi oynamıyorsanız buna kusura bakmayın kimse inanmaz.

Kötü dönemde alınan 9 puan önemli olsa da sadece kendimizi kandırdığımız dönem olarak tarihe geçecek. Umarım yanılırız da G.Saray'ımız taraftarına eziyet çektiren futbolunu bırakıp yine baskılı, pozisyona giren futboluna geri döner..Biz hala umutluyuz..

16 Eylül 2010 Perşembe

Rijkaard ve Doku Uyuşmazlığı

Bu yazıyı yazmamak için çok direndim…Neredeyse 6 ay önce de aynı hislerleydim ama sanırım artık bardağın taştığı ve sözün bittiği yerdeyiz..Rijkaard'a ve efendiliğine saygımızdan uslubumu yumuşak yazmaya çalışacağım. Seninle uzun yıllar çalışmak isterdik ama olmadı dokumuz uyuşmadı, sen G.Sarayı biz de seni anlayamadık!..Oysa başarı için en uygun camia bizdeyken...Üzgünüz Rijkaard!...

Frank Rijkaard, Türkiye'ye geldiğinde bu blogtaki yazılarımda da paylaştığım üzere herkes gibi ben de bunun muhteşem bir adım olduğunu düşünmüştüm.

Bunun bir futbol devrimi olduğunu yazıp, lafı biraz daha ileriye götürerek bunun Barcelona gibi muhteşem futbol oynamanın teminatı olarak görmüştük.

Ne yazık ki bu düşüncelerimiz Rijkaard'ın ilk sezonunda büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Yine de ülkenin en sabırlı camiasında görev yapmasından ötürü Rijkaard'a neredeyse tüm taraftarlar tarafından destekler, pankartlar yağdı ve bunun neticesinde geçen seneyi adaptasyon yılı olarak adlandırdık.

Aslında gelmeden önce de sabır yemini eden yine bizlerdik. Gerekirse 2 yıl sampiyon olmamaya razıydık.

Ne değişti de Rijkaard'ın ne zaman gideceği konusuda papatya falları açılmaya başlandı peki?.Ben neden 9. haftadaki olası fenerbahçe hezimetinden sonra tazminatını vermek suretiyle yollanacağını düşünüyorum.

Bunun tabi birçok gerekçesi var:

1- Geldiğinden beri hiçbir şekilde bir sistem kuramadı. Israr ettiği sistemin tutmadığını görmesine rağmen bundan bir kere bile vazgeçmedi, takımı göz göre göre uçuruma itti. Oyuncu yapısına göre sistem kuramadı, daha doğrusu hiçbir sistem kuramadı. Oyuncular bildiklerini bile unuttu, takım sahada napcağını bilmez halde dolanıyor.

2- Çoğu maçta tarihin en kötü futbollarını oynadık, bunda da suçu hep futbolcularda buldu. 2009-2010 sezonunda süper ligin en iyi kadrosunu kendi evimizde dahil birçok maçta sahamızda mahkum oynattı.

3- Tarihin en iyi olmasa da en pahalı kadrosuna kalitesiz deme pişkinliğinde bulundu. Kabahati hiç kendinde aramadı.

4- Geldiğinden beri ilk birkaç haftaki şaşaalı galibiyetlerden sonra takım hemen hemen hiçbir maçta oyun olarak herhangi bir rakibine üstünlük kuramadı.

5- Takımın kondisyonu sürekli çok kötü, fizik güce dayalı oynanan süper ligde he takıma fizik olarak ezildik. Kazanmamız gereken hiçbir maçı kazanamadık, çünkü Rijkaard oyuncularını motive etmekten çok uzak.

6- Rakipleri hiçbir şekilde analiz etmedi, her rakip G.Sarayı çok kolay çözerken o oyunculara izin vermekle meşguldü. Kendini işine vermediğini çok kez gözlemledik. Hiçbir oyuncu Rijkaard döneminde kendini geliştirmedi, herkes geriye gitti.

7- Takımın forvetsiz kalmasına Nondayı gözden çıkararak göz yumdu ve bunun yüzünden Avrupadan elendik. Çoğu maçta Arda, Keita gibi oyuncuları forvette oynatarak bu oyuncuların ve dolayısıyla takımın gücünü azalttı.

8- Mustafa Sarp gibi top gelince titreyen, ben napcam şimdi havasında olan oyuncuya prens muamelesi yaparak hemen her maçta oynattı.

9- Bütün eleştiriler bir yana bu takıma 15 ayda hiçbirşey veremedi, Skibbe döneminde zaman zaman oynanan iyi futbolu bile arattı ve takımı artık acaba ilk 3 e girer mi konumuna soktu. Hiçbir şekilde ışık vermiyor, takıma ne sistem, ne bir vizyon hiçbirşey katamadı. Bülent Korkmaz'ın bile 3 aylık dönemde takıma mücadele anlamında kattıkları ortadayken, bu kadronun bu şekilde harcanmasına artık dayanamıyoruz..G.Saray maçları artık bizim için işkence olmaya başladı.. Birçok renkdaşım artık maçları izlemeye tahammül edemiyor..Biz bunu haketmedik..

Bunlar bir anda kızgınlıkla oluşan şeyler değil. G.Antep maçında penaltı golüyle 1-0 kazandığımız maçtan sonra artık oynadığımız futboldan utananan bir taraftarın artık sabrının taşmasından sonra yazdığı itiraflardır.

İşler daha kötü gitmeden ve takım kümeye oynamadan sen de ismine laf ettirmeden yol yakınken: Rijkaard İstifa diyorum!..

Tabi Rijkaard'ın gitmesi yetmez, Adnan Polat'ın artık futbola burnunu sokmaması gerekmekte, zira futboldan hiç ama hiç anlamıyor..