28 Eylül 2009 Pazartesi

İlk Puan kaybı..

Ve GS ilk puan kaybını yaşadı. Eskişehirspor’a karşı alınan bir beraberlikte bu kadar eleştirilerin gelmesi üzerine bu konuya değinmemek olmazdı. Ne oldu da bu kadar herkes birden yüklenmeye başladı bu takıma gerçekten anlamak mümkün değil. 7 lig maçında sadece 1 beraberlik alıp, 14 resmi maçta yenilgi yüzü görmemiş takıma bu eleştiriler fazla değil mi? Futbolda tabela elbette önemlidir ve ben bu savunmamı takımın yenilgisiz olması üzerine kurmuyorum. Futbol, iyi oynayın kötü oynayın her türlü sonuca açıktır. Zaten güzelliği de burda değil mi? Nasıl GS - Es-Es maçında futbol şansı GS’ın yanında değil ise Panathinaikos maçında ise yanındaydı.


Galatasaray sene başından beri Türkiye’de ve Avrupa’da fırtına gibi eserken herkeste sene sonunda gol rekoru kıracağı izlenimi edindirdi. Bu anlamda beklentiler o kadar yükseldi ki tek farklı galibiyetler dahi kimseyi tatmin etmemeye başladı. Her maç rakip kim olursa olsun 3-4 sallamalıydı bu takım. Nasıl olsa karsılarındaki takımlar teslimdi direk!..

Medyanın da çanak tutmasıyla oluştu aslında bu büyük beklentiler, zaman geçtikçe de katlandıkça katlandı. Aslında futbolu bilenler için GS’ın herhangi bir takıma da gayet tabi yenilebileceği gerçeği gün gibi gözüküyordu. Bu zamana kadar hangi takım her maçını kazanmış, hangi takım her maç iyi oynamış ya da hangi oyuncu her maç formunun zirvesinde olmuş? İşin kötü tarafı bunu düşünmeyen taraftarın hiç de azımsanmayacak kadar çok olmasıdır. En ufak hatalarda yine Sabri gibi oyunculara homurdanmalar başladı bile.


Oysa bu sene herkes ayrı motive olmuş durumda. Taraftar son yıllarda hic olmadığı kadar her maç Sami Yen’i maç ayırt etmeden tıpkı 80-90lı yıllar gibi salkım saçak dolduruyor. Tribünler her maçta Liverpool’a karşı oynuyormuş gibi ateşli ve heyecan herkesin gözlerin okunmakta. Üstelik GS son yıllarda inişli çıkışlı görüntüler gösterse de “14 senelik” çileli günlerden oldukça uzakta durumda. 87 yılında gelen şampiyonlukta bile daha sabırlıydı herkes!..

Şunu söylemek gerekiyor ki GS henüz 90 dakikaya yayamasa da iyi top oynuyor. Eskişehir maçında ise maçı izleyen biri bu maç nasıl berabere bitti diye şaşırır heralde. Bir tarafta neredeyse tek akınında şansın yardımıyla golü bulan bir ekip, diğer tarafta ise hep oyunu rakip alana yıkmaya çalışan, kapalı savunmaya karşı bir kısmı karamboller olmak üzere azımsanmayacak kadar pozisyona giren ve son bölüm hariç ısrarla ayağa pas oynamaya çalışan bir takım vardı.

Takım içinde elbette bir sürü aksaklık da var. Herşey güllük gülistanlık değil. Kewel’in formsuzluğu, Topal-Sarp uyumsuzluğu, beklerdeki sıkıntılar devam etmekte. Ama bunları gelip geçici sıkıntılar olara görmek lazım. Kendi kimliğinden, oyun felsefenden taviz vermeden aynı kararlılıkla devam edersek, o çerceden içeri girmeyen toplar her zaman olmamakla birlikte çoğunlukla girer. Aklı selim taraftarlar ise bu sene olası kaçabilecek şampiyonlukta dahi gelecekteki takımın altyapısını oluşturan bu takımın arkasında duracaktır.

GS Alpaslan Dikmen'i ölümünün birinci yılında anarak son yıllarda vefasızlıgın unutuldugu gunumuzde herkese duygu yüklü anlar yaşatmıştır. Yüzlerce pankart, Alpaslan atkıları, tişörtleriyle herkes merhumu rahmetle ve sevgiyle andı. Arkasında bu kadar seven bırakmak güzel birşey. Mekanı cennet olsun..

23 Eylül 2009 Çarşamba

Mustafa Sarp’a Sarmadı

Galatasaray, tarihinin en iyi lig başlangıcını yaptı. Henüz güçlü (!) bir rakiple karşılaşmamış olsa da oynadığı 13 resmi maçtan 11 galibiyet, 2 beraberlikle ayrıldı ve rakip filelere tam 42 gol atmayı başardı. Böylesi bir başlangıçta ise ilerde oynayan “mahşerin dört atlısı” hücum hattının payı ne kadar var ise onların daha rahat oynamasını sağlayan Mustafa Sarp’ın da katkısı o kadar vardır.

Herkes Sarp'ın Galatsaray’a geldiğinde sonunun, tıpkı Kayserisporlu Ragıp veya bir dönem Malatyaspor’da top koşturan Arnavut Duro gibi yani takıma yeni katılmalarına rağmen hazırlık kampının akabinde takımdan gönderilmeleri örneklerine benzeyeceğini düşünüyordu. Yani geldiği gibi gidecekti Mustafa!.. En iyi ihtimalle arada bir 18’e girer de formayı en azından sırtına geçirir gözüyle bakıldı kendisine.

Hazırlık maçlarında üzerinde ilk defa büyük bir takımda olmanın verdiği çekingenlik ve ürkeklik de yok değildi. İki hazırlık maçı performansından sonra herkesin önyargıları açığa çıktı ve ne işi var bu takımda dendi!.. Sürekli yan pas yapması ve çok geriye dönmesi yıllardır hayalini kurduğu bu çok sevdiği formayı kaybetmeme korkusuydu belki de.

Herkes Mustafanın mücadeleci bir futbol yapısında olduğunu biliyordu. Ama bu kadarını da beklemiyorduk doğrusu. Sen hiç yorulmaz mısın diye sormaya başladık kendi kendimize. Üzerindeki baskıyı atlatınca her maç üzerine koymaya devam etti ve Rijkaard’ın da etkisiyle kendini geliştirdi. Topu dikine oynamaya başladı ve her maç gol şansının olabileceğini bizlere gösterdi. Öve öve bitirelemeyen ve her mac en az bir şut deneyen M.Topalın bugune kadar attıgından daha fazlasını 12 macta attı bile M.Sarp.

Herkesin dikkatini çeken bir diğer özelliği ise Türkçe’yi inanılmaz güzel kullanması. Futbolcularda bu kadar iyi bir Türkçeye alışık değildik doğrusu. Mustafa Kasım ayında 29’unu dolduracak. Öğrenmenin, kendini geliştirmenin yaşı olmadığını bizlere gösterdi Mustafa. Bu hızla giderse onu, ne iyileşebilirse (!) Linderoth ne de yıldız oldum havasına girmiş M.Topal kesebilir. Tribunlerden de ona yükselen tezahuratlar da boşuna çıkmadı. Bu takıma daha erken yaşta gelebilsen daha iyiydi tabi ama hiçbirşey için geç kalınmış değildir, böyle çalışmaya, kendini geliştirmeye devam et Mustafa.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Tobol 2. Tromso olmadı




Tarihe "Tromso faciası" olarak geçen ve Tromsonun GS'ı elediği eşleşme futbolun kağıt üstünde kazanılmadığının, takımlar arası eskisi kadar farkın kalmadığının, kolay maç olmadığının göstergesiydi adeta..Oynanılmamış hiçbir maç kazanılmış değildir..Her ne kadar böyle felaketler büyük bir takımın başına 50 yılda bir olur gibi gelse de her bu tip eşleşmede Tromsoyu anmadan geçemiyoruz..

Tromso akıllara yine Tobol kurasından sonra geldi..Birçok kimsede acaba hissi uyandırdı..Tobolun ilk maçta kaleye ilk geldigi akının da gol olması bu soru işaretlerini Samiyendeki rövanş maçının belli suresine kadar belirgin tuttu..Neyse ki bu sefer fiyasko olmadı..



Sami Yen'deki maca gelince, takımın daha önceki yazılarımda yazdığım gibi zamana ihtiyacı olduğu gerçeğini bir kez daha bu kez stadyumdan görmüş olduk..Takımın ağızlara sakız olmuş sisteme adaptasyon sürecinin yanında büyük bir kondisyon yuklemesine tabi tutulduğu cok açık görüldü..Baros gibi çabuk oyuncular bile ağır durumda daha..Geçen sene maksimum 60 dakikalık kondisyonumuz olduğu düşünüldüğünde bu gerçekten iyi bir gelişme..



Meşhur 4-3-3 sistemi hakkında ise konuşmanın daha çok erken oldugu kanısındayım..Çünkü daha Keita, Kewell, Linderoth, Topal gibi kilit isimler katılmadı bu duzene...Hangi sistemle oynarsanız oynayın iyi futbolun ve başarılı sonuçların ancak iyi futbolcularla olacağı kanısında olduğum icin sistemi bir de biraz zaman geçtikten sonra bu önemli oyuncularla görmek lazım..

Takımın şu anda en büyük problemi cok ağır oynaması..Bu da herhalde Rijkaardın top ayakta kalması felsefesiyle paralel olarak futbolcuların garantici pasları seçmesinden kaynaklanmakta..Yine de orta sahaya Deco gibi oyunu yönlendiren bir transfere ihtiyaç olduğu gerçeği zamandan bagımsız bence, tabi sorunu Arda gibi kendi içimizden çözmediğimiz sürece..



Arda organizatörlük, liderlik, oyun kurucu gorevlerini de başarıyla yürütecek gibi gözüktü..Önceki maçlara gore yerine daha bir alışmış durdu..10'un da takımdaki yavaş oynama hastalığında olduğu açıktı..Kaptanlık ve #10 numaranın yakıştığına bir kez daha şahit olduğumuz Arda Turan, Iniesta rolu gibi rahatlıkla oynayabilir gibi duruyor. Iniestayı izleyenler bilir; sık sık driblingler, sıfıra inmeler, hücum bölgesinde görünmelerle sistemde kilit isimlerden biri konumunda...

Tribünler GS'ı özlemişti ve saatler öncesinden stat çevresindeki heyecan, hasret kendini belli ediyordu..uA'nın eski açığa geçmesi kapalıdan birşey kaybettirmedigi gibi son yılların gözde tribünü eski acığı lider tribün yaptırmış..Taraftarın üzerine duşeni fazlasıyla yaptığı maçta, pankartlar, forma giyme hassasiyeti guzel görüntülerin oluşmasına yol açtı..
Bu resimdeki pankart da çok anlamlı ve güzeldi:
"METİN'İN İZİNDE ARDA'NIN PEŞİNDE"..



Yazıyı noktalamadan Serdar Eylik hakkında bir parantez açmazsam haksızlık emiş olurum kendisine..Hani üst paragrafta sisteminiz ne olursa olsun iyi futbol iyi oyuncularla oynanır demiştim ya, işte Serdar da böye fark yaratan bir oyuncu..Bizlere potansiyelinin ne kadar yüksek oyuncu oldugunu gösterdi..Sanki sahada 3 sene onceki Boleslavı 5-2 yendiğimiz maçla çıkış yapan ve formayı o mactan beri bırakmayan Arda idi Serdar..Tarzı, driblingi, adam geçmesi Ardaya gerçekten benziyor..Biraz fiziksel gelişim gösterir ve çalışmayı sürdürürse yeni Arda'ların gelebileceği umudunu yesertti bizlere..Geçmiş olsun Aslan parçası, çabuk iyileş; seni izlemek keyif verecek gibi..

19 Temmuz 2009 Pazar

Sistem vs Sabır

Rijkaardın GS'a geldiği ilk günler adeta kıyamet koptu ve her taraftar gibi biz de çok sevindik; Hollandalı teknik adam GS'ın vizyonuna uygun, büyüklüğüne yarışır bir teknik adam..

O dönem hemen herkes gibi ben de Rijkaardın GS'da kendiyle özdeşleşen 4-3-3 sistemini oynatacağını bekliyorduk..Ve ben de bu doğrultuda "4-3-3 sadece peste değil" yazısı yazmıştım.
Rijkaard bizi haksız çıkarmadı ve takımı ilk hazırlık macından ilk resmi maç olan Tobol macına kadar hep Barca'da "uzay futbolu" oynattığı 4-3-3 duzeninde sahaya sürdü..

________Orkun________
Sabri Gokhan Servet Alpaslan
___Barış M.Sarp Ayhan____
___Aydın Erhan Yaser_____

tertibiyle çıkılan maçta oynanan oyun ve neredeyse pozisyonsuz maçın bitirillmesi kimseyi memnun etmedi..Herkes bu sistemin yeni olduğu, sene başı olduğu, rakip kim olursa olsun liginde 14 hafta geçirmiş, sahaya çıkan takımın hucum hattının kendine guveni olmayan gençlerden olustugu ve bu takımın as 11'e en fazla 5 kişi verebileceği gerçeklerini görmezden geldi. Oysa sisteme Uğur, M.Topal, Arda, Kewell, Keita ve Baroşun eklenceği hesap edilmeliydi..Sadece Arda ve Barosun girmesi bile takımı canlandırdı; ve organize olamayan takımın bu ikiliyle gol bulmasına yetti..


Rijkaard'ın sistem konusunda esnek davranacağı ve eğer sisteme uyum sağlanmazsa ısrarcı olmayacağı sözleri bile kimseyi memnun etmedi..Ben ise oturma süreci uzun ve sancılı olacak bu sistemde ısrarcı olunması gerektiğini düşünüyorum..Aksi taktirde günlük başarılardan öteye gidilemez..Daha bir resmi maç yapmışken sistemin oturduğu dünyanın neresinde görülmüştür?..Takıma, teknik adamlara, oyunculara biraz süre tanımak gerekmez mi..

Sözüm Rijkaard geldiğinde sabır yemini edenlere..Bir maçlık mıydı sözününüz, bu kadar aceleci olmaya ne luzum var ki..Bu sene, hatta 2 sene sampiyon olmamaya razı olmaz mısınız, ilerde makina düzeninde oynayacak ve dünyayı tekrar titretecek takım yaratma karşılığında?..
Ben hazırım ya sizler?..

10 Temmuz 2009 Cuma

10’a yakıştı..



Yaşı genç, daha kaldıramaz şımarır dediler , takımdaki diğer abiler sorun çıkartır dediler ama tüm bu karşı seslere rağmen sonunda Adnan Polat’ın takımı Arda’nın etrafında kurma projesi başlamış oldu. Arda Turan’a hem kaptanlık, hem de klup tarihinin Taçsız Kral Metin Oktay ve Karpatların Maradona’sı Hagi gibi efsanelerinin forması olan 10 numaralı forma verildi.



10 numaralı formaya sahip isim ilk bakışta tüm takımlarda en önemli oyuncu olarak göze çarpar. Yıldız, oyun kurucu, serbest adam ne ararsan olur 10 numaralarda!..GS’da 10 numara ise Metin Oktay ile birlikte farklı şekilde anılmaya başlanır. Klup tarihinin efsanesi oldu, klubun kitlelere hitap etmesini sağladı “Taçsız Kral”. Öyle ki günümüzdeki 50’li yaş jenerasyonunda “Metin Oktay Galatasaraylısı” kavramı oluşmuştur. Metin Oktay’dan sonra Hagi’ye kadar “#10” kimseye tam olarak oturmamıştı adeta..



Sonra HAGI geldi..
Hagi taraftarın gönlünde o kadar büyük bir yer edindi ki bıraktıktan sonra #10 numaranın rafa kaldırılması gündeme geldi..Ve 1 sene sonra 10'u çok özledik; takımda hep bir #10 arayışı başladı. Yani 10'dan sonra takımda sürekli “Yeni Hagi” arayışı başladı. Bize ne kadar da kötülük yapmış meğersek!.


Hagi’den sonra bu yeni Hagi arayışı kervanına önce Felipe, akabinde Necati ve son olarak da Lincoln katıldı..Hiçbiri bekleneni veremedi; kimi yarı sezonda kaçtı, kimi güreşçi oldu kimi ise kaçak ve alemci oldu..Alemci olanı şu anda hala takımın oyuncusu ama forma numarası geldiğinin birkaç katına çıkmış durumda; 1 ile 100 arasında değil şu anda..



Ve en son #10 numaramız içimizden biri olan, yetiştirdiğimiz en yetenekli oyunculardan olan ve yukardaki resimde Haginin golüne top toplayıcıyken sevinen Arda Turan oldu..Dileriz Arda yeteneklerinin yanında bu yaşına rağmen sergilediği lider özelliklerini, karizmatikliğini sürdürür ve manevi olarak değerli ama son yıllarda biraz yıpratılmış olan #10’a ve kaptanlığa layık olur. Kimse ‘10’dan Hagi ya da Metin Oktay olmasını beklemiyor; bildiğimiz Arda Turan’ımız olsun yeter..Tek fark gol anonslarında #66 değil de #10 numara olarak seslenilecek olması..10 numara da kaptanlık da kendisine çok yakışacak ve düzgün kişiliğiyle tüm zorlukların üstesinden taraftarın da yardımıyla gelecektir..


Yürüyedur Arda, yine “Sen tribündeki biz, biz sahadaki sen” olacağız..

2 Temmuz 2009 Perşembe

'Kader' Keitayı Aslan yaptı!..


Galatasaray yıllarca izlediği kötü ve kalitesiz yabancı tercihlerini 2 senedir bir kenara bırakmış durumda..Keita transferi de bu konuda ne kadar ciddi olunduğunu gösteriyor..Artık klübün yabancı transfer politikası her zaman oynatabileceğin ve milli yerlilerden daha iyi isimleri renklerine katmaktan ibaret..Yıllarca hep yabancı kontejanını doldurmak için alınan ve daha sonra zorla, zararına yollanmaya çalışılan oyuncularla taraftarlar uyutuldu..


Oysa ki futbolda başarıların ne zaman geldiği belliydi; Hagi-Popescu-Taffarell-Ilie ya da Fenerbahce'deki gibi Alex-Appiah-Aurelio-Anelka gibi kaliteleri isimler kadroya katıldığı zaman..İşte 2 senedir de GS bunu yapıyor..Geçen seneki kadrodaki yabancılara göz atarsak; İtalyan milli takım 3. kalecisi De Sanctis, Portekiz milli takımı oyuncusu Meira, İsveç milli takım kaptanı Linderoth, 2006 yılı Bundesliga en iyi oyuncusu Lincoln, kariyeri tartışılmaz Nonda, 'Sihirbaz' Kewell ve tabi ki kral Milan Baros..Bu oyunculardan herhangi birine herhalde kimsenin itirazı yoktur..Linderothun talihsiz sakatlıkları, Nondanın eski gücünde olmaması ve Lincolnun sorumsuzluluğu bu politikayı yanlış kılmaz..Önemli olan İnamoto, Saidou gibi 3. sınıf futbolcu transferlerinin yerini 1. sınıf yabancılara bırakmasıdır..Bu zihniyetin mimarları Adnan Polat ve Haldun Üstünel de ayrı teşekkür konusudur..


Transfer zihniyetindeki değişim son halkası ise Abdul Kader Keïta'nın Aslan olmasıdır..Yıllardır iyi bir sağ kanat hasretimiz geçen sene Kewellin da Arda'nın da orda oynamamak istememesi ve Aydın Yılmaz'ın bir türlü istenen patlamayı yapamamasıyla doruğa ulaşmıştı..2009-2010 yılına ise gerçekten sapına kadar sağ açık, sağ forvet mevkilerinde öncü isimlerden olan Keita'yı alarak gireceğiz..Lille'in 3 yıl önceki sürpriz çıkışındaki başrol oyuncularından olan ve Lille-Milan maçında kendini Milanlılara hayran bırakan Keita, 2007 senesinde 16 M€ ile Lyon klüp tarihinin en pahalı 2. transferi olmayı başardı..


Lyon'da işler istediği gibi gitmedi..Kendini youtube videolarında olduğundan fazla kabul ettiremedi kimseye..Bunda tabi Lyonun gözle görülür olan düşüşünün de etkisi yok değildi..Lyon 7 seneden sonra şampiyonluğu kaçırdıktan sonra adeta gemileri yaktı..Önce üstad Juninho daha sonra da Benzemayı Reale gönderdiler..Artık kadrodan daha fazla ayrılık olmayacağı düşünülürken Keita'yı da satma kararı aldılar..Çok da iyi yaptılar..


Eğer GS yönetimi "Portakal" Rijkaard önderliğinde turuncu formaya devam kararı alırsa, Keitayı bu resimdekine benzer formada görebiliriz..Keita'nın yetenekleri, sürati, futbolculuğu tartışılmaz..Rijkaard'ın aşılamaya çalıştığı takım oyununa uyum sağlayabilirse, başta İsmail Köybaşı ve Roberto Carlos olmak üzere rakiplerin sol taraflarını zor anlar bekliyor..Sözün özü, Keita başarılı olur olmaz; bunu yine zaman gösterecek ama önemli olan başından beri savunduğumuz gibi kaliteli oyuncuların getirilmesidir..Böylece başarı er ya da geç gelecektir, çünkü iyi futbol ancak iyi oyuncuların varsa oynanabilir..

Bu sene Süperligin kalitesi hiç olmadığı kadar iyi olacak gibi duruyor..Sadece adı "Süper Lig" olmayacak..Vasseli alan A.Gücü de dahil artık klüpler uyandı ve çok ama kalitesiz transfer politikalarına son vermeye başladı..Arda, Baros, Keita, Bobo, Holosko, Nihat, Alex, Guiza G.Gönül, Yattara, G.Ünal, gelirse F.Tekke, Vassell, Tabata, gibi oyuncularla ligimiz güzel olacak; Türkcell superlig başlasın ve gerçekten "hiç bitmesin" diyeceğiz!..

23 Haziran 2009 Salı

Vuvuzela!..



Konfederasyon kupasıyla tanıştık kendisiyle..Neden mi bahsediyoruz; Vuvuzela denilen, genellikle G.Afrika'da maçlarda çalınan, korna tarzı sesler çıkaran, gürültünün ulaştığı en dip noktaya sahip "stadyum kornası"!..
Dünya kupası tanıtım toplantılarında da simge olarak çıkmıştı tıpkı France'98'deki horozun olduğu gibi.."Mini Dünya Kupası" maçları başlayana kadar kimse buna sesini çıkarmamıştı ve kulaklarının pasının silineceğini düşünenler hiç de az değildi!.Ne zaman ki G.Afrika ile Irak arasında açılış maçı oynandı, kimse kulaklarına inanamadı..Durmaksızın çalan ve sinek-arı karışımı vızıltıya benzeyen sesler, ellerin tv kumandalarına uzanmasına yol açmaya başladı..
Açılış maçıdır, ev sahibi maçıdır, heyecandır gelir geçer dedik ama nafileymiş; diğer tüm maçlar da bu durumdan farksızdı..
İlk aşamada sesin hafif şiddete getirilmesi tepkisi yerini zamanla, "mute" modunda maç izlemeye ve akabinde böyle maç mı izlenir diye kanal değiştirmeye bıraktı..Stadın en az yarısının sürekli yukardaki kardeşimiz gibi gırtlağını yırtarcasına "vuvuzela"yı üflemesini düşünün!..Gerçekten dayanılacak gibi değil..Ciddi şekilde tepkiler ve vuvuzelaya hayır kampanyaları oluşturulmaya başlandı..Yayıncı kuruluşlardan olsun, futbol forumlarında olsun baskılar arttı..Önümüzde zaman var bence G.Afrikalı kardeşlerimiz başka güzel simgeler oluşturabilir!..

Dünya kupasının, olimpiyatları da sollamasıyla, yeryüzünün en büyük spor organizasyonu olması sebebiyle, gerçekten böyle gitmez diyoruz!..Bare arada, gol olunca falan yapın da, ne siz üzülün ne biz; yoksa biz çıldıracağız ve sizi de bu dünya kupasını da hiç de güzel anılarla hatırlamayacağız!..

İşin kötü tarafı ise bu müzik aletinin(!) Avrupalı taraftarlar tarafından sevilmesi..Eğer Avrupadaki özellikle İspanya'daki statlarda bu sesi duyarsak şaşırmayın..Zira İspanyollar bu sese yatkın; Madrid'deki Türkiye maçını hatırlarsak orda da burdaki vızıltı gibi olmasa da sürekli düdük, korna tarzı sesler vardı..Aman diyorum, yoksa Dünya'nın en değerli ligi olmak üzere olan İspanya Ligi hem izleyici kaybeder hem de futbolcular İtalya'daki gibi ülke dışına kaçmaya başlar!..

18 Haziran 2009 Perşembe

Sporda görmek istediklerimiz..

Futbol erkek oyunudur, sert oynanır falan ama bu şekilde de bir yere kadar dimi..Biraz da renk katıp, süslemek lazım..Burada da işte devreye birkaç yıldır spor haberlerinin vazgeçilmezi olan bayan sunucular giriyor..Futbolun yemyesil çimlerinde açan nadide çiçekler olup televizyonlarımızın penceresinden bizlere konuk olurlar.. Sözü daha fazla uzatmadan mikrofonlarımızı pardon objektiflerimizi onlara çevirelim..

Tabi ki Burcu Esmersoy, haberleri dinlemeyi unutturur..

Simge Fıstıkoğlu - Habertürk..Analtılmaz izlenir..


Minecan Beyazadam - Ligtv..


Şansal Büyüka'nın kızı --> Sine Büyüka - Ntvspor..Yükselen değerlerden..


Berfu Haşıoğlu - Skyturk..Bu konuda kendini kabul ettirmiş, eskilerden biri..

Tuğba Dural - Cnnturk..Kendi kadar sesi ve diksiyonu iyi olanlardan..

Duygu Özşentürk - Ligtv..Yüzüne baya aşina olduk..



Favorim --> Melisa Çizmeci - GStv..Bilerek sona sakladım, stat etrafında sık sık görsek de bir türlü tanışamadık :)Buyrun..

Bunlar tabi tüm kanallardakiler değil, hemen her kanalda sporu sunan bir bayan spikere rastlamak mümkün. Bu sadece ülkemizde böyle değil, yabancılarda da sık rastlanan bir durum; onları da sormayın gitsin :)

16 Haziran 2009 Salı

GS Forması yakıştı..

Resim ve altındaki yazı herşeyi anlatıyor aslında!.
Sene 1992..Galatasaray yine vizyonuna, büyüklüğüne yakışır şekilde yıldızları almayı düşünüyor..Rijkaard ve Matthaeus ile ilgileniyorduk o zamanlar ve transferler için devlerle çekişiyorduk!! Yaratıcı medyamız üstün teknolojik imkanlarla Rijkaarda formamızı giydiriyor ve çok da yakıştığını söylüyor..Fazla söze gerek yok aslında..

Rijkaard, o dönem GS'ın ancak fotomontajlı formasını gazete sayfalarında giyse de; şu anda en azından antremanlarda sarı kırmızılı eşofmanları giyecek..Onun da çok yakışacağı kesin..

11 Haziran 2009 Perşembe

Problemin ta kendisi..

Resme bakmadan kim olduğunu başlıktan da anlayabiliriz..GS'ın ekonomik krizini bir kenara bırakırsak en büyük problemlerinden biridir Lincoln..Aslında uzun uzadıya yazmaya bile değer mi şu anda onu da bilmiyorum..

Kasedi en başa sararsak; transfer dedikoluları çıktığında kimse inanmamıştı GS'a gelebileceğine. Her gün yüzlerce insan gece yarılarına kadar forumlarda nöbetler tuttu..Yine bir "Piresin uçağı hazır" vakası bekliyordu herkes. "2006 yılında Bundesliga'nın en iyi oyuncusu" etiketli biri neden gelsin ki diyorduk herbirimiz ya da Schalke yaşı yaşlı sayılmayan bir 10 numarayı neden bıraksın deniyordu..


Ve gelmez denen 10 numaranın Atatürk havaalanına indiği gün yer yerinden oynadı, futbolcu karşıamaların en abartılısı yaşandı..Yaklaşık 10 bin taraftar gecenin kaç olduğuna bakmadan meşalelerle hava alanını ateşe vermişti..Taraftarların Hagiden beri hasret kaldığı ve canaydın döneminde doruğa çıkan yıldız hasreti ve 10 numara özlemi sona ermişti..Geldiğinde ilk 1 ay içinde 50binden fazla Lincoln forması satıldı (ben de dahil), sıradan bir hazırlık maçına (istanbulspor) 30bin kişi gitti ve ilk günden itibaren şu anda herkesin nefret ettiği Lincooolllnnn Lincooollllnnn tezahuratları başladı..

O da taraftarın bu karşılıksız ve Hagi dahil kimseye daha hiçbirşey yapmadan gösterilen bu sevgisine kayıtsız kalmadı; hatta bunu suistimal etme yoluna gitti..Her yerde taraftarı öven sözlerle bunu süsledi..Kısacası şov yapmaya geldiği ülkede işler sandığından kolay gitmeye başlamıştı..İlk seneki şampiyonlukta hemen hemen hiçbir katkısı olmamasına rağmen şampiyonluk kutlamalarında en çok tezahurat yapılan oyuncuydu..

İkinci sene başında yine kötü, vurdumduymaz, şımarık tavırlarda olunca zaten diğer oyuncular tarafından sevilmeme durumu taraftara da meksika dalgası şeklinde yayılmaya başladı..Adamı birden göklere çıkardık, birden sildik..İlk yarı sonunda tahtının sallanmaya başlamasıyla biraz oynayayım bare şeklindeki oyunu ona lig sonunda bile asist kralı olacak performansı sadece 2ayda sağladı..Demek ki isteyince oluyormuş, herkes tekrar ümitlenmeye en azılı Lincoln düşmanları bile susmaya başlamıştı..Fakat 2. yarı yine bu durumda yine ortam istediği hale gelince kah canı isteyince tatile çıkma kah salonda masaj yaptırma şeklinde moduna geri döndü..


Yaz tatiline yine dönmeyeceği söylentileriyle ve bu kez bunu doğrularcasına 20 bavulla gitti..Dünya umurunda değil havasında daha takımının son maçını beklemeden apar topar gitti..Çoğu kimse artık bize hayır gelmez, gitsin de gelmesin, ne kadara olursa olsun satalım havasındaydı..O da gitmeye kafasını koymuş gibiydi..


Fakat kimse ona GS'de kazandığı oynasa da oynamasa da aldığı garanti parayı vermiyordu..Bir de Rijkaard gelince ani bir u dönüşüyle "her haftaki maçlardan sonra en iyi benim, takımı yine sırtladım şeklinde açıklamalar" yaptığı resmi sitesinde; "kalmak istiyorum, Türkiyede yapacak daha çok işim var, Rijkaardla çalışmayı dört gözle bekliyorum" biçiminde açıklamasıyla herkesi şaşırttı..

O kadar yaptıklarına ve yapmadıklarına rağmen taraftarın kafasında hala soru işareti bırakan adam kendine güveniyorsa kalsın bakalım GSımızda..Bakalım pabuçun pahalı mı, takımdan büyük tavırların işleyecek mi artık Rijkaardla birlikte göreceğiz..Oyununa güveniyorsan 11e de girersin makina gibi işleyecek Rijkaardın sisteminde, tabi salonda masaj yaptırmaları bırakman lazım, biraz da antreman yapıp koşman lazım..Varsan biz de varız!!
Yine varlığı dert olup yokluğunu mu umacağız; sadece bekleyip göreceğiz.

10 Haziran 2009 Çarşamba

4-3-3 sadece PESte değil!


PES için gamepad'ler ya da klavyeler hemen her futbolseverin ellerinin arasından geçmiştir. Saatlerce kıpırdamadan oynuyabiliyoruz bu oyunu ellerimizi uyustururcasına..Birkac gun ara verip krize girenler bile vardır..Bu oyunda macların neredeyse tamamında Barcelona secildigine sahit oluyoruz, bazen iki takım da barca oluveriyor..4-3-3 sistemli barcelona herkesin tercihi olmus durumda..Bu sistemi de barcelonaya ve dolayısıla PESli barcelonaya monte eden ise Frank Rijkaard'tır..

Rijkaard gelmeden önce barcelona kötü günler geçiriyor ve son 3 yılda ilk 3e dahi giremiyordu..Ligin son maçında valenciaya karşı rivaldonun muhtesem rovasatasıyla ancak 4.lugu alabildiklerini bir kısmınız hatırlayacaktır. Rijkaard geldikten sonra ise 5 yılda 2 1.lik, 2 2.lik ve bir kez de 3. olacaktır..Son sene Eto'olu polemiklerle baslayan polemiklerle onlenemeyen dusus Rijkaardın sonunu hazırlamıstı..


Rijkaardın takımının zaferlerini taçlandırdığı mac tabi ki kupaların kupası olan Şampiyonlar Ligi finalidir..2006 yılında Arsenale karşı bu düzende çıktılar..Şu zamanki efsanevi barcelonaya göre daha zayıf gözükse de, o zamanlar da barca için "uzay futbolu" oynuyor, bu takımla baş edilmez, otomatige bağlamış gibi oynuyorlar gibi yorumlar yapılıyordu..Tipik 4-3-3 olan bu sistemde tabi kilit isim 10 numara ronaldinho dısında oyunu çift yönlü oynayan bugunku "İniesta-Xavi" ikilisi gibi "Deco-Van Bommel" ikilisi yer almaktaydı..GS'ın bugunku kadro yapısında bu tanıma uyan bir tek Ayhan Akman var..Onun da -32 yaşında olmasına rağmen- hala öğreneceği çok şey var..Bu ikiliden biri Arda Turan olur mu; büyük bir ihtimal olmaz çünkü ARdayı Messi/Ronaldinho pozisyonunda oynatacağı çok açık..Bu durumda bu pozisyona muhakak bir transfer şart..Lincoln sorunsuz olsa burada rahatlıkla oynayabilir ama onun da fizik gücü ve savunma yönü buna müsait değil..

Sağ bek, stoper ve kaleciyi transferle çözeceğimizi düşünürsek Barosun nerede oynayacağı geriye kalan en büyük problem bence..Milan'ın yukardaki Barca sisteminde Guily pozisyonunda ne kadar verimli olabilir; bu da soru işareti..O zaman buraya da Keweli 11 dışı düşünürsek bir transfer gerekiyor..Sonuçta eğer Rijkaard ilk basın toplantısında "sisteme uygun oyuncu alacağız" ifadesine uygun davranır ve bu sistemi bize monte etmeye çalışırsa şöyle bir görüntü ortaya çıkacak:

TRANSFER
TRANSFER(Sabri/Uğur) Servet TRANSFER (Emre'ler) H. Balta

Topal

TRANSFER(Barış) Ayhan (Mustafa Sarp)

TRANSFER(Kewell) Baros ARDA-10


Lincoln mü, gözünün yaşına bakılmayacağı ve yollanacağı kanısındayım..Bu sistem bizim kültürümüze çok yatkın, UEFA kupasını aldığımız sene Okan-Suat-Euro'lu orta sahaya ve Hagi-Hakan-Arifli bir 3 lü forvet hattına sahiptik..Geçiş dönemi biraz sancılı olacak ama sistem klubumuz için biçilmiş kaftan; önümüz aydınlık!..Artık GS'ımız da PES gibi oynasın..

8 Haziran 2009 Pazartesi

Hoşgeldin GS Ekolü..



Galatasaray, biz taraftarları mutlu eden ama taraflı tarafsız hepimizi şaşırtan bir olaya imza attı geçtiğimiz cuma günü..Dünyaca ünlü teknik adam Rijkaard İstanbul'a GS için geldi ve imzasını attı..Yıllarca günü kurtarmaya yönelik yanlış hareketlerle, Cimbomun ekolüne yakışmayan isimlerle zaman kaybettik. Şimdi gün yeniden toparlanma günüdür. Rijkaard sadece büyük bir transferden ibaret değildir aynı zamanda bir camianın kendi kimliğini hatırlamasıdır.

Bu kimlik; sadece tabelaya bakmadan göze hoş gelen futbolu tercih eden bir taraftara sahip olan, günübirlik değil kalıcı ve daha çok "Edirne ötesi" başarıları hedefleyen bir kitleden oluşuyor..Biz yeri geldiğinde şampiyon yapmış hocaları dahi futbolu sıkıcı diye yolladık..2002 yılında luce bizi şampiyon yaptığında kimse oynanan futboldan memnun değildi. Bu bizim için t.d. değişikiği için yeterli sebepti..Bu sene de Bülent yönetiminde en ufak bir ışık, umut görseydik tabi onunla devam ederdik..Bu camia kendinden bekleneni yıllar sonra yeniden yaptı ve büyüklüğüne yaraşır büyüklükte bir hoca ile yeni umutlara yelken açtı..

Frank Rijkaard bizde başarılı olur olmaz, bunun hakkında şimdiden öngörüde bulunmak zor ama bu başlı başına büyük bir olaydır..GSı Avrupada tekrar hatırlatma projesindeki mihenk taşlarından biri bu olaydır..Geçen sene Avrupa'da uzun zamandan sonra 10 maçı geçen takımımız bu sene kestirmeden büyüklüğünü göstermiştir..Öyle ki üstünden 3 gün geçmesine rağmen uefa.com'da en çok okunan haber hala rijkaardın transferidir..
http://www.uefa.com/footballeurope/news/kind=2/newsid=836103.html


Biz taraftarlar ve camiamıza Rijkaardın ve dolayısıyla GSımızın başarılı olması için sadece ve sadece bir vazife düşmekte: O da sabırla destek olmaktır..Yeni ülkeyi, oyuncuları tanımak ve sistemini oturtmak için belki 6 ay belki de 1 yıl gerekecek kendisine..Eğer bugunkü barca gibi makinalı bir düzende oynamak istiyorsak gerekirse 2 yıl da tahammül edebilmeliyiz..
"The choice is yours, Let the game begin!"..

4 Haziran 2009 Perşembe

YHA & Vefa

YHA yani yazış haber ajansları yine her transfer döneminde olduğu gibi son sürat devrede..Üstelikm bu sefer sabahından milliyetine kadar hepsi fotospor kıvamında..

Önce Schustere gidildi, ve anlaşılıp yedekte tutulmaya başlandı!!
Ertesi gün ibre Co Adriaanse'ye döndü ve bu da cepe kondu..
Rijkard ise maliyeti yüzünden cepe giremeden teğet geçti..
Houllier ise gelmeye hazır olsa da 2. feldkamp olmasın diye sağlık sorunları nedeniyle bekletiliyor, yoksa çoktan gelmişti..
Ramos zaten dünden razı, tek sorunu 4 m euroluk maliyeti..
Ve tabi olmazsa olmaz Fatih Terim..O da neden bana ilk başta gelmediniz diye sitem etmiş ama kadroyu görünce iştahı kabarmıyor değil..
Bu arada daum, van gaal, manchininin de isimleri gecti tabi.."Varan" kaç oldu artık saymayın, resmi siteden açıklama duymadan; "anlaştı, imzaladı, GS'da" gibi ibareler yer alsa da siz siz olun inanmayın derim..

Bu takımın kaleci, defans, orta saha ve forvet gibi temel mevkilere 4 iyi takviyeyle iyi ve disiplini sağlayacak bir hoca getirmek şartıyla Uefa Avrupa Ligini rahatlıkla kazanacak kapasitede olduğu unutulmasın..

Yeter ki takım oluşturabilecek bir t.d. getirilsin ve gerek biz gerek yönetimimiz biraz sabırlı olsun..



Bu arada Teşekkürler Bülent Korkmaz, zor zamanda görevi kabul ettin gerektiğinde istifanı tereddüt etmeden verdin..GS'lılığını sorgulamıyoruz ama senden bize hoca olmaz, önce insan yönetmeyi, değişik kişilerden takım oluşturmayı başarman gerekiyor..Bunun adı vefasızlık değildir, Bülent Hoca tarihi fırsatı kaçırmıştır yanlış tercihleriyle, özellikle yabancılar olmak üzere herkesle sorun yaşamasıyla..




Vefasızlık yapılan biri varsa içimizden biri olan, bayrak adam olan ŞAŞ'ımıza yapılmıştır..Elbette sonsuza kadar futbol oynamayacak ve bizde kalmayacak ama veda böyle mi olmalıydı..UEFA kupasını almış kimi oyuncuların kendini klubun sahibi gibi görmesi, kendinde her hakkı bulması ne kadar yanlışsa, Hasan ŞAŞ gibi asıl değerlerimize haketmedikleri bu muameleyi göstermek de bir o kadar yanşlıştır..Bu son olsun, Hasan ŞAŞ bu taraftar her zaman seninle unutma..